İÇTE KENDİMİZİ KAYBETMEDEN, BİRAZ DA DIŞARIYA BAKALIM
Dış politika her zaman riskleri içerisinde barındırır. Dış politikada matematiksel sonuçlar yoktur. Bazen 2 çarpı 2 beş ederken, bazen de üçte kalabilir.
O açıdan dış politika yorumcuları baktıkları pencereye göre her zaman haklıdırlar. Nasreddin Hoca her iki tarafa da “haklısın” derken herhalde dış politika yorumcularını kastetmiştir.
Dünya özellikle pandemi sonrası adeta yeni bir çağa girmiştir. Eski güç odakları güçlerini kaybederken ortaya yepyeni güç odakları çıkmaya başlamıştır.
Küresel kuruluşlar fonksiyonlarını kaybetmiş, Birleşmiş Milletler anlaşmazlıklarda hiçbir rol alamamaya başlamıştır. Özellikle Rusya, Ukrayna savaşı dünyayı farklı bir yöne taşımaya başlamıştır.
Türkiye de eski pasif durumundan sıyrılıp dünya politikasında rol oynamaya başlamış, kurulan masaların vazgeçilmez figüranı olmaya doğru yol almıştır.
Özellikle Rusya, Ukrayna arasındaki savaşta oynadığı tarafsızlık, her iki tarafla da görüşme olanağı sağlamış, Avrupa’nın düştüğü derin enerji krizinden kendini kurtarmasını bilmiştir.
Bunun da ötesinde Putin’in önerisiyle Avrupa’nın gaz dağıtım merkezi olma yoluna girmiştir.
Bu bile ABD’yi telaşlandırmaya yetmiş, aynı teklifi kendisi yaparken F-16 lar konusunda koyduğu şartları yine bir gecede kaldırmıştır.
Avrupa’daki enerji krizi üretimlerini etkilemekte, enerji krizi yaşamayan Türkiye’ye doğru tersine bir sermaye ve yatırım göçü alternatif olarak önlerinde durmaktadır.
Elbette bu kucaklarındaki taşları attılar anlamına gelmemekte. Buldukları her fırsatta Türkiye’yi sıkıştırmaya devam etmekteler.
Yunanistan’a verdikleri destek ve gazla Yunanistan’ı şımartıp, cesaretlendirirken, diğer taraftan PKK/YPG’ye desteklerini arttırıp üzerimize salmaktadır.
Daha önce ekonomimiz üzerine yaptıkları ve etkili oldukları tehditlerine devam etmekte sakınca görmemektedirler.
Türkiye gerek Rusya ile iş tutarak, gerekse de Şanghay beşlisine mesaj gönderip katılım sağlayarak bu tehditlere yanıt vermeye çalışmakta, diğer taraftan savunma sanayiinde geldiği üst noktayla caydırıcılığını arttırmaktadır.
Elbette eski pasif, silik Türkiye’yi arzulayanlar gittikçe seslerini yükseltmekte ABD ve Batının verdiği suflelerle medyada boy göstermektedirler. Hergün taşınılan riskleri köşelerinde sıralamakta, bazı omzu kalabalıkken emekli olmuş paşalar ekranlara çıkıp hava üstünlüğümüzü Yunanistan’a kaptırdığımızı söyleyerek halkın moral ve motivasyonunu ABD çıkarları doğrultusunda baltalamaktadırlar.
İnanıyorum ki Türkiye savunmasında geçmişine göre epeyce yol aldı. Savunma sanayiinde yerlilik oranını yüzde yirmilerden, yüzde seksenlere taşıdı. İHa ve SİHA’larla dünyada söz sahibi olduğunu kanıtladı.
En kötü barışın en iyi savaştan daha iyi olduğunun ben de farkındayım. Ancak iyi barışların iyi caydırıcılık gücüyle oluştuğunu unutmuyorum.
“Dünya beşten büyüktür” sözüyle mazlum dünya ülkelerini uyandırmaya gayret sarf eden Türkiye, alternatifsiz olmadığını da göstererek kendisine yeni bir yön çizmeye başlamıştır.
Bu değişim elbette ki içerisinde riskleri barındırdığı gibi yeni fırsatları da barındırmaktadır. Ancak risk alınmadıkça kurtuluş mümkün görülmemektedir.
Bu nedenle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın cesareti ve gayretleri takdir edilmelidir. Bu konu siyasetin değil Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği konusudur. ŞEMSETTİN GÜNAY