HATAY’IN VE ARAP ALEVİLERİN KÜLTÜR TARİHİ PANELİ YAPILDI
Hatay Samandağ’a bağlı Koyunoğlu Dayanışma Platformu tarafından düzenlenen “Hatay’ın ve Arap Alevilerin Kültür Tarihi” konulu panel, Çok Amaçlı Salonda 22 Mayıs’ta halkın yoğun ilgisi ve katılımıyla yapıldı. Panele, araştırmacı-yazarlar Müslüm Kabadayı ve Tevfik Usluoğlu konuşmacı olarak katıldılar. Panelin açılış konuşmasını Koyunoğlu Dayanışma Platformu adına yapan Emine Güneş Beyazgül, “Kendi tarihi ve kültürünü bilmeyen, yaşamayan toplumlar gelişemez. Bu paneli yapmamızın amacı, zengin kültürümüzü derinden kavrayıp geleceğimize yön vermektir. Üretken ve ortak yaşama kültürüne sahip olan toplumumuzun kültürünü ve tarihini bizimle paylaşacak olan araştırmacı yazarlar Müslüm kabadayı ve Tevfik Usluoğlu’na teşekkür ederiz.” dedi ve ilk sözü Müslüm Kabadayı’ya verdi.
“Hatay coğrafyasını, dolayısıyla burada yaşayanların kültürel dokusunu belirleyen üç temel unsur vardır. Birincisi, Dünya’nın en verimli ovalarından olan Amik Ovası; ikincisi, bu ovayı sulayarak Samandağ’da Akdeniz’e dökülen Asi Nehri; üçüncüsü de endemik bitkileri, zengin madenleri ve sedir ormanlarıyla mitolojilere konu olan Amanos Dağları’yla mitolojide Zeus’un boğanın sırtına binerek Avrupa’ı Girit Adası’na kaçırdığı Cacius (Cebel-i Akra, Keldağ) Dağı’dır. Bunlara, Hatay’ın yetiştirdiği şairlerden Sabahattin Yalkın’ın deyişiyle “A-ş-kdeniz”i eklemek gerekir. Deniz, dağ, ova ve nehrin beslediği bu güzel coğrafyanın insanı da birçok açıdan insanlık tarihine katkıda bulunmuştur.” diyerek konuşmasına başlayan Müslüm Kabadayı, insanın evrimsel gelişiminde coğrafyanın önemine dikkat çekti.
“Bilindiği üzere Afrika’da bulunan en eski insan fosili Etiyopya’da bulunan 2,8 milyon önceye, en eski taş alet ise Kenya’da bulunan 3,3 milyon önceye tarihlenmektedir. Bu veriler ışığında söylememiz gereken şudur: Bundan böyle ortaya çıkarılacak yeni bulgular, veriler insanın evrim haritasının ayrıntılarını, tartışmalı konuların çözümünü sağlayacaktır. Ancak, her zaman rahatlıkla ileri sürebileceğimiz saptama, modern insan türü olan Homo Sapiens Sapiens’in gelişimi, farklı zamanlarda göçler yoluyla buluşan insan türlerinin melezlenerek el-beyin-dil yeteneklerini üst noktaya sıçratmasıdır. İnsan türünün evrimiyle gelişimine dair dile getirdiğimiz bu özet bilgiden hareketle Önasya’nın uç noktasındaki bugünkü Hatay coğrafyasının kilit noktasının Samandağ olduğunu söyleyebiliriz. Yöredeki tarihi yaşam bulguları M.Ö. 100.000’lere kadar uzanır. Elde edilen buluntular; ‘Homo Çevlikens’ olarak adlandırılan insanın Samandağ’daki Barutlu Mağara’da yaşadığını, Üçağızlı Mağara’da 40 bin yıl öncesine ait et pişiren insanın araç-gereçleri kullandığını, Yayladağı’nın Sungur ve Kışlak yöresindeki taş aletlerin de bu insanlar tarafından yapılmış olabileceğini göstermektedir. Hatay topraklarının orta paleolitik, neolotik, kalkolitik dönemlerde ve tunç çağında yaygın bir yerleşim yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir. Amik Ovası´nda; Çatalhöyük, Tel Tainat, Tel Cüdeyde ve Tel Atçana’da ilk Tunç Çağı yerleşmeleri tespit edilmiş ve mimari kalıntılara rastlanmıştır. Kalıntılar; bu yerleşmelerde beylikler biçiminde yaşandığının ipuçlarını vermektedir. İlk tunç çağından itibaren Amik Ovası’ndaki bu beylikler; sırasıyla Akadların, Yamhad Krallığı´nın, Hititlerin ve Mısırlıların egemenliğine girmiş, Hitit İmparatoru I. Şuppiluliuma döneminde tekrar Hitit egemenliğine girerek, bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etmiştir. M.Ö. 12. yüzyılda Balkanlar’dan gelen göçmenlerle Amik ve Suriye’deki kültür ve uygarlığın yeniden harmanlandığı anlaşılmaktadır. Amik coğrafyasındaki kültür harlanmasının 17 tabaka olarak buluntularla somutlandığı yer Tel-Atçana’dır. Yamhad Krallığı’nın başkenti olan ve Alalah da denilen Tel-Atçana’nın bir diğer özelliği, burada kil tabletlerin saklandığı bir kütüphanenin bulunmasıdır.” diyen Kabadayı, konuşmasına şöyle devam etti:
“Dünya’nın en uzun ikinci sahili olan Samandağ’ın coğrafi ve iklim özellikleriyle Amik’in verimli toprakları, her dönem çekim merkezi olmuştur. Yukarıda verdiğimiz örneklerden sonra Hitit İmparatorluğu´nun M.Ö. 1200 yıllarında parçalanmasıyla Sami-Aramiler tarafından “Hattena” adıyla bir Geç Hitit Krallığı’nın Amik’te kurulması da bunu doğrulamaktadır. Hattena Krallığı M.Ö. 9. yy’da Asurluların daha sonra da Urartuların egemenliğinde kalmıştır. M.Ö. 6. yüzyılın ortalarından itibaren Hatay yöresi, Pers İmparatorluğu’na bağlı Kilikya Satraplığı’nın içinde yer almış ve Pers İmparatorluğu’na vergi ödemiştir. M.Ö. 333’teyse Büyük İskender ile Pers İmparatoru III. Darius’un orduları bugünkü Erzin’de bulunan İssos’ta savaştılar ve Büyük İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğratınca Myriandros’un (bugünkü İskenderun) adını değiştirerek Aleksadria adını vermiş ve bölge kısa bir süre Makedon hâkimiyetine girmiştir. Böylece Hatay kültür ve uygarlık tarihinde ilk kez Avrupalılar rol oynamaya başlamışlardır. Bugün de Antakya’nın, bir bütün olarak Hatay coğrafyasının Avrupalılar tarafından önemsenmesinin nedeni, Büyük İskender’in komutanlarından Seleucus I. Nicator’un Seleukoslar dönemini başlatarak, M.Ö. 300 yılında Seleucia Pieria(Süveydiye-Samandağ), ardından Antiacheia (Antakya) kentlerini kurmuş olmasıdır.”
Hatay’da tarih boyunca kurulan uygarlık ve devletlerle burada yaşayan halklar hakkında önemli bilgiler veren Müslüm Kabadayı, “Antakya’nın kurulduğu coğrafyanın özelliklerini betimleyen heykel, Roma çağında “Fortuna” adıyla da anılan “Antakya Tyche”sidir. M.Ö. 300’de Helenistik çağın Lysispus’un öğrencisi Eutychides tarafından bronzdan yapılmıştır. Bugün de Antakya’nın sembolüdür ama Vali Ürgen alanındaki heykel ne yazık ki tahrip edilmiştir. Dünya’da ilk defa sokak aydınlatmasının yapıldığı Herod (Kolonadlı) Caddesi, Roma döneminde Antakya’da açılmıştır. Bugün Kurtuluş Caddesi’nin 7 metre altında olduğu saptanmıştır. Antakya, Daphne ve Seleuceia Pieria kentlerinde Roma döneminde yer mozaikleri başta olmak üzere çok önemli süsleme sanatı gelişmiş, birçok mitolojik olay ve kahraman işlenmiştir. Bu dönemde bilim, sanat, ticaret ve dinsel etkinliğiyle Antakya, Roma ve İskenderiye’den sonra öne çıkan bir kent olmuştur.” dedi. Bu gelişmede,M.Ö. 195’te Egribozlu şair Euphorion’un öncülüğünde kurulan Antakya Kütüphanesi’nin ve daha sonraki yüzyıllarda etkili olan Antakya Akademisi’nin büyük payı olduğunun altını çizdi.
“Roma İmparatorların gözdesi haline gelen ve IV. yüzyılda yaşamış olan ünlü tarihçi Ammianus Marcellinus’un ‘…dünyada hiçbir kent, ne topraklarının bereketi ne de ticaretteki zenginliği bakımından bu kenti geçemezdi.’ dediği Antakya, Antik Çağ’da Doğunun Kraliçesi (Orientis Apicem Pulcrum) lakabıyla anılmıştır.” Şeklinde görüşünü dile getiren Kabadayı, “Antakya’nın kısa sürede tanınmasını sağlayan önemli özelliklerinden biri de Roma İmparatoru Augustus döneminde olimpiyatların düzenlenmesidir. Dört yılda bir düzenlenen olimpiyatlara ilginin yoğun olması nedeniyle Antakya’da sürekli yeni binalar yapılmış ve nüfus hızla artmıştır. O dönemin 3. büyük kenti haline gelmiştir. Doğunun Kraliçesi haline gelen kent, ne yazık ki sık gerçekleşen depremlerle hep yıkılıp yeniden yapılmıştır. Kayda geçen ilk deprem M.Ö 148’de gerçekleşmiştir. En büyük deprem ise M.S. 526’da meydana gelmiş ve 250 bin kişi ölmüştür. Bu depremde Daphne ve Seleuceia Pieria da yerle bir olmuştur. Daha sonraki büyük deprem ise 1872’de gündeme gelmiş ve Asi üzerindeki Roma Köprüsü ilk kez hasar almıştır.” diyerek Hatay kültür tarihini olumsuz yönde en çok etkileyen depremlere dikkat çekti. Gelecekte de bu tehlikenin gündemde olacağını, dolayısıyla doğaya uygun bir kent planının, Samandağ ve Koyunoğlu’nda da gecikmeden hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı.
Hatay kültür tarihinde önemli rol oynayan kadın önderlere değinen Müslüm Kabadayı, “Antakya’nın Roma İmparatorluğu’na bağlı olduğu dönemde M.S. 3. yüzyılda ilginç bir gelişme gündeme geldi. Hurriler döneminde “bilgi” ve “sevmek” anlamlarına gelen Palmira ve Tedmur adlarıyla anılan yerde Kraliçe Zenobia’nın öncülüğünde bilim, sanat ve savaşta güçlü bir devlet olan Palmira Krallığı, Hatay coğrafyasının da içinde olduğu Anadolu içlerine kadar genişledi. Bugün Avrasya’daki topluluklar arasında sevilen adlardan olan Zeynep’in onun adından geldiği bilinir. Onun bir kadın önder olarak Roma’nın sömürgeciliğine kafa tutması ve iki kez üzerine gönderilen orduları yenmesi, ancak Roma imparatorun üçüncü seferde büyük orduyla Zenobia’nın ordusunu İmma’da (bugünkü Reyhanlı) yenmesiyle bu parlak dönemin sona ermesi, Antakya açısından da kötü olmuştur. Hatay kültürü açısından ikinci önemli kadın önder, Kraliçe Zenobia’dan yaklaşık bin yıl sonra Selahaddin Eyyubi’nin yeğeni Deyfe Hatun’un öncülüğünde Halep-Antakya bölgesindeki halkların Haçlı ordusuna karşı koyuşları da çok anlamlıdır. Demek ki, bu coğrafyada yaşayan halklar, hiçbir zaman işgale ve sömürüye boyun eğmemişler, hep direnmişlerdir.” dedi.
M.S. 638’den itibaren İslamiyet’in, dolayısıyla Arapların Antakya’da etkili olduğunu, bunu Hamdanilerin, Memlukluların, Osmanlıların takip ettiğini anlatan, Suriye ve Hatay coğrafyasının Fransızlar tarafından işgaline karşı Cebeli-i Akra mıntıkasında birlikte mücadele eden öğretmen kökenli Türk Nuri Aydın Konuralp ile Arap Alevi Şeyh Salih’in dayanışmasının örnek alınması gerektiğini vurgulayan Kabadayı, “Bugün Suriye’yi işgal etmeye çalışan emperyalist ülkeler ve yerli işbirlikçilerine karşı ortak mücadele sürdüren Sünni-Alevi-Hıristiyan Araplar, Türkmenler, Dürziler vd. halkların dayanışmasının arkasında böyle bir güçlü tarih bilinci var.” dedi ve Fransız işgaline karşı direnişte öne çıkan Cemil Hayyik’le ilgili Sabahattin Yalkın’ın şiirini okuyarak konuşmasını bitirdi.
Araştırmacı yazar Dr. Tevfik Usluoğlu da, Hatay’ın kültür tarihine dair bazı hatırlatmalar yaparak konuşmasına başladı: “Antakya bir başkent. Doğunun kraliçesi. Dünya Barış Kültürünün geliştirilmesi için önemli bir model. Barışın Dili. Tarih üreten bir kent. Uygarlık merkezi. Antakya, Yunanlı Stroban’a göre, Tetrapolis ( dört şehir). Zeus’un, Afrodit’in, Artemis’in, Hakete’nin, Apollo’nun ayak izleri dar sokaklarında Antakya’nın. El Maklub- Asi- Orontes’in suyunu içmiş bu kent. Ondandır Asi ve aksi oluşumuz. Bundandır haksızlığa karşı işaret parmağımızı havaya kaldırıp itirazlarımızı sıralamamız.
Kentin tarihi, süreklilik ve durağanlık arasındadır. kent romalılardan bu yana ayrıcalıklı yanını sürdürür. Kent büyük kültür merkezi olma özelliğini sürdürürken, ünlü Roma hatibi, Çiçerondan, İskender’e, Kral Selevkos’a, Libanus’tan, sabrın ve inzivanın sahibi Simon’dan, Davut El Antaki, Yusuf El Hakim, Arapların en büyük şairi Ebul Ala El Maari’ye ( Dantenin çalıp – üzerinde bir kaç değişiklik yaparak yayınladığı “ İlahi Komedya’nın” yazarıdır.) Zeki El Arsuzi, Muhammed Ali El Zerka, İbrahim Zeyfa, Vahip El Ğanim, Suphi Zahhur, George Cabbur, Hasan Zarka, Faiz İsmail, Ethem İsmail, Fevzi Bayaslı, Hanna Meyna, Suphi Verd, Nahli Verd, İskender Luka, Sıtkı İsmail, Zeki Kasım, Süleyman El İsa, Edip Edip, Kigard Matustan, Cemil Meriç, Süleyman Okay, Ali Yüce, Yahya Kanbolat, Gasip İnal, Sabahattin Yalkın, Burhan Günel, Ayla Kutlu ve nicelerin memleketi..!
Araştırmacı-Yazar Tevfik Usluoğlu, “Sonuçta yüreği soldan atan biri olarak, küresel çapta, demokratik, özgür, eşit, adil, ekolojik bir uygarlığın heyulası ile sizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.” diyerek konuşmasını bitirdi. Panel, soruların cevaplanması ve ardından kemanda Ahmet Gültekin, gitarda Hüseyin Kayıkçı’nın katkılarıyla müzik dinletisiyle bitirildi. Haber Merkezi