M. ZÜLFİ CAMKURT, BİRAZ ŞERİATİ, BİRAZ SİYASET…
Ankara’ya gittiğimde önceki dönemlerde Hatay’da SGK Müdürlüğü yapmış, şimdilerde YÖK içinde müfettişlik yapan Mehmet Lütfi Camkurt’la yeniden tanıştım.
Yeniden tanıştım diyorum, zira daha önceleri sadece bürokrat olarak tanıdığım bu güzel insanın entelektüel taraflarına da vakıf oldum.
Edebiyat ve sanattan tutun, siyaset ve ekonomiye kadar hemen her konuda konuşma; daha ziyade kendisini dinleme fırsatım oldu.
Sohbet “No’olucak memleketin bu hali” diye başlayan meşhur klasik soruyla başladı. Elbette kasıt memleketin şu sıra en önemli gündemi olan ekonomiydi. Dövize ve fiyatlara yetişilemiyor, insanlar burunlarından soluyorlardı.
Ben; “Anladığım kadarıyla Tayyip Bey yeni bir ekonomik modele geçiş yapıyor. Düşündüğü model paradan para kazanmaya son verip faizleri düşürmek, yatırımları ucuzlatıp hızlandırmak, istihdam ve üretimi arttırarak yeni bir başlangıç yapmak görünüyor. Ancak her geçiş sancılıdır ve can sıkar. Harabe bir binayı yıkıp yeni bir bina yapmak istersiniz. Ancak yıkarken içerisinde oturanların alışkanlığını bozar zarar verirsiniz. Yıkıp, yaparken ortalığı ve çevreyi toza toprağa bular zarar verirsiniz. Ancak yeni binayı yapabilir ve eski sakinlerini bu yeni binaya taşıyabilirseniz ancak geçmiş sıkıntıları unutturabilirsiniz. Aksi takdirde o binanın altında kalma riskiniz var. Onun için bir 6 ay sabredilmesi gerekir diye düşünmekteyim.”
Zülfi Bey “Ben iktisat okudum” diye başladı. “Önceki dönemlerde olsaydı belki bu üretim ve istihdama dayalı ekonomik modelin başarı şansı olabilirdi. Ancak şu an için ne mevcut döviz rezervlerimiz buna müsait, ne de hükümetin destek katsayısı müsait. Bu kadar olumsuzluk içerisinde böyle bir yapısal değişim hem çok zor hem de çok riskli görünüyor.”
Ben “Ama büyüme rakamları” diyecek oldum.
Zülfi Bey “ İktisadi büyümenin iki temel faktörü vardır. Bunlardan birincisi büyüme, ikincisi ise kalkınmadır. Doğrudur, büyüme rakamları iyi görünüyor. Ancak bunu bir insana benzetirsek gerçekten büyüme yaşanmakta fakat bu büyüme o insanın boyuna değil göbeğine, kalçalarına ensesine yaramakta, yani sağlıksız bir büyüme görünmekte ise doktorlar hemen o şekilde büyümeyi önleyici tedbirlere başvururlar. Dengeli bir büyüme öngörürler.
Bir gelir piramidi düşünün. Piramidin üst dar kısmı gittikçe şişmekte, alttaki taban kısım ise bu şişmenin tüm ağırlığını çekmektedir. Taban büyüdükçe piramidin üst kısmı daha da semirmektedir. Bu sürdürülebilir bir politika değildir.”
Ortamın ağırlaştığını gören Zülfü Bey hemen güzel bir şiire sarıldı:
Monna Rosa, siyah güller, ak güller;
Gülce’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa, siyah güller, ak güller.
Ooo, Zülfi Bey Sezai! dedim.
Öyleyse bir tane de benden deyip, bir başka şahaser kendi yazdığı şiiri okumaya başladı. İçinde Sezai’den, Nazım’dan kokular olan.
Artık açılmıştık, mısralar ardı ardına geliyordu;
Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;
Saat on ikidir, söndü lambalar.
Uyu da turnalar gelsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;
Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.
Konuşma zamanımızın büyük sosyolog ve şehidi Ali Şeriati’ye, Mustafa İslamoğlu’na, Karl Marks’a ve diğerlerine kadar uzadı. Ahmet Kaya’nın parçaları ve türküler ile şenlendi.
Nazım Hikmet’in Karlı Kayın Ormanı ve adaşın Zülfü Livaneli dedim. “Livaneli’yi kibirli buluyorum, bu nedenle O’ndan yok” deyiverdi.
Tadımlık biraz siyaset, biraz edebiyat, biraz müzik zamanın nasıl geçtiğini anlamadık.
Mehmet Zülfi Camkurt çok hoş bir insan. Buradayken tanıyamadığıma o kadar çok üzüldüm ki. Ancak mutlaka geçen zamanı telafi etmeliyim düşüncesiyle kendisiyle vedalaştık. ŞEMSETTİN GÜNAY